basharbbr's avatar

basharbbr

Creative Director
1.3K
Watchers
370 Deviations
81K
Pageviews
Covv by basharbbr

başar, who had learned that we are tiny but "clever" beings on a rotating round object as he was born in Istanbul in 1981; was growing up just like everyone else. He was aware that nothing made anyone special… he became Superman as he jumped across armchairs, his urge revealed on the song of the Ghost Busters and he watched Eagle's Shadow in his grandma's arms. at his early ages, with the crosswords that his grandma pretended to solve t

ogether with him, he realized that he was living in crossword puzzles…

he learned that the world he existed in, differed from the world existed inside him. he learned to learn, he learned their lies, and he learned to act, to live, the scarcity, the hunger and the unfairness… he learned to believe them; he saw that TV captured the world; he learned from his public to deify boxes with believed things inside. he learned that he is included in a race, he belongs to something; then, he learned that something divided into billions was not in one part.

he learned that he was a student; he learned that the world lived; he dreamed that there were kids inside the animals; he became a vegetarian; he learned new things at the cost of forgetting what he knew.

he lost, he made mistakes, he felt humiliated, he tried… from time to time… he could, or he could not… but he tried…

for 10 years, he worked in miscellaneous jobs in the visual arts field. He started with web-designing, printing craft, design management, fiction directorship, art directorship; and he moved on by shooting short movies; writing articles, stories and poems; writing, filming and playing scripts; publishing magazines; starting and closing up agencies.. well, he tried…

he started photography at the year of 2008. he adored photography; it was an awesome course for him on his way to the cinema. he planned to find a break and quit all of his jobs, and after December the 1st he concentrated on photography only. he retouched his photos, neither photo nor graphic was coming out exactly. in short, he did photographic works… he was criticized for his works, and he was glad for being criticized…
Join the community to add your comment. Already a deviant? Log In

ucuncu tekil

2 min read
1981 yılında istanbul'da doğduğu gibi dönen yuvarlak bir cismin üzerindeki ufak ama söylendiği kadarıyla zeki varlıklar olduğumuzu öğrenen başar yıllar geçtikçe herkes gibi büyüyordu. kimseyi özel kılan bir şey yoktu biliyordu. superman oldu koltuktan koltuğa atlarken, hayalet avcısının şarkısıyla gaza geldi, kartalın pençesini anneannesinin kucağında seyretti. anneannesinin güya onunla birlikte çözdüğü bulmacaların eşliğinde, bulmacaların içinde yaşadığını anladı erken yaşlarda...

içinde bulunduğu dünyanın, içinde varolan dünyadan farklı olduğunu öğrendi, öğrenmeyi öğrendi onların yalanlarını, oynamayı, yaşamayı, kıtlığı, açlığı adaletsizliği öğrendi... onlara inanmayı öğrendi, televizyonun dünyayı fethettiğini gördü, içindekilere inandığımız kutulara tapmayı öğrendi halkından. bir ırka dahil olduğunu bir şeye ait olduğunu öğrendi, milyarlara bölünmüş bir şeyin, bir olmadığını öğrendi sonra.

öğrenci olduğunu öğrendi, dünyanın yaşadığını öğrendi, hayvanların içinde çocuklar olduğunu hayal etti, vejeteryan oldu yiyemedi, bildiklerini unutma pahasına yenilerini öğrendi.

kaybetti, hata yaptı, utandı, ağladı, denedi yer yer.. oldu olmadı, denedi ama...

10 yıl boyunca görsel alanda çeşitli işlerde çalıştı, web tasarımı, grafikerlik, tasarım müdürlüğü, kurgu yönetmenliği, art director'lük yaparak başladığı yolda kısa filmler çekti, yazılar, hikayeler, şiirler yazdı, senaryolar yazdı, çekti, oynadı. dergiler çıkardı, ajans açtı, kapattı. denedi işte..

fotoğraf çekmeye 2008 başında başladı. fotoğrafı çok sevdi, sinemaya giden yolda muhteşem bir dersti onun için. Bir aralık bulup çıkmayı düşündü çalışma hayatından. 1 Aralık'ta bütün işlerini bırakı p sadece fotoğraf çekti. çektiği fotoğraflara müdahale etti, ne fotoğraf ne grafik çıkıyordu ortaya tam anlamıyla. fotografik işler yaptı kısaca... fotoğrafa resim denmesine karşı olmadı hiç.. yaptığı işler eleştiri aldı, sevindi...

..fotoğrafların çok fazla kişiye ulaşması, çok fazla olasılık getirecektir yanında...

..arkadaşlarınızı gruba davet ederseniz çok sevinirim, insanların sadece bakması için yapılan bir işte, hiçbir maddi kaygı duyulmadığına göre, sadece arkadaşlarınızı davet etmeniz muhteşem bir bedel olacaktır..

teşekkürler...
09' yılmaz başar babür
www.facebook.com/photo.php?pid…
Join the community to add your comment. Already a deviant? Log In

benden...

4 min read
Yaşadığımız ülkenin en büyük metropolünden, ve oranında en belirgin kadılarının yaşadığı yerden, ve hatta yıldızlara en yakın satıcıların bulunduğu yerden yolunuz geçerse, orayı kazın beyninize, bakmayın. Çünkü orası, kafanızı kaldırarak değil, uçakla geçerken kafanızı eğerek bakmanızı gerektirecek kadar acı yüklü nostaljiye sahip, ve birçok yeni nostaljiler yaratacak dolgunluğa sahip bir başlangıç noktası. Orası bir yaşam ordövrünün doğum fırını.

Kapısı demir, 6 numarada yaşayan bazı insanlar gibi, kapının yayları güçlü, tüm gücünüzle açarsınız. Birkaç merdiven, iki kat sonra başlar hatıralar. Tahta kapı açılır, şimdi sizi karşılayan olur mu bilmem ama, anneannem açar kapıyı, ö per; içinden dışarıya bir gökkuşağı gibi. Girer gimez portmantoyu, asker postallarını ve o postalların taşıdığı birçok teşhissiz toprağı görürsünüz. Kimbilir, o evin insanlarındaki gariplikte bundandır belki.

İçeri ilk adımınızda tahta bir masa, biri mutfak diğeri ara kapı, iki kapı görürsünüz. Eski hatıralarla bakmazsınız belki benim gibi, ama anlarsınız, sezersiniz, kimbilir. Sonra sağa bir adım ve eskiden bana uzay karışıklığında gelen büyük ve canlı haşmetinde dolabı görürsünüz. Biraz dikkat ederseniz " gazap üzümleri " vardır dolapta, yan yatmış. Belki de o gazap lafı kazınmıştır ev halkının beynine, gazabı hissedersiniz sanki. Dolabın barında daima kuponlar vardır, sanki uzay gibi sonsuzlardır. Ben mevsimler gibi çok seyrek görürdüm barı; cızdı orası, gizliydi.

Sağa bir adım daha, yumuşak hatlı bir koltuk takımı, ama ne koltuk takımı. O tarifsiz ağırlıktaki acıları barındıran insanları taşıyabilen ve onlar gibi güçlü bir koltuk takımı. Takım halinde çalışan bir koltuk takımı. Üçlü koltuğun biraz üstünde, çalıştığı ve çalışmadığı zamanları ayıramadığım bir guguklu saat, ev halkını açıklayacak bir görüntüye sahip bir saat. Tekli koltuğun biraz üstünde, o zamanki yaşımla benim yaşlarımda ve adı geçen ailenin hüznünde bakan bir çocuk ve kö peği; kimbilir o kö pek bile o aile fertlerinden bazılarının gördüğü muameleyi görmemiştir, görse bile bakmamıştır, onlar gibi ömür boyu taşımayacaktır o muameleyi gözlerinde. Yanlış hatırlamıyorsam bir de yağlıboya gül tablosu, o da soluk.

Biraz sola çevirdiğinizde başınızı televizyonu görürsünüz. İlk çıktığı günden beri oradadır. O en heyecanlı reklamları seyrettiğim, her seyrettiğim filmde ağzımı şapırdatmadan tat aldığım televizyon ve onun hemen altında anneannemin okuma gözlüğü. O gözlüğü taktığı anda öğretmenim olurdu, terzim olurdu, idolüm olurdu. Bulmaca çözerdik, daha doğrusu o çözer bana öğretmeye çalışırdı. Hep bulmaca çözerdi, belki evinde çözemediği şeyleri onunla tatmin ederdi. Her çözüşünde yine dönerdi asıl bulmacaya. Balkona çıkardık. O'nun kucağında yerim hazırdı. Sanki bir sinemada en güzel yeri almışçasına otururdum. Arabalara, karşı okula bakardık; "orada annen okudu " derdi çoğu zaman. Arabalar bir başka, yollar bir başka tatlıydı. O' nun kucağından mıdır bilmem ama, herşey bir başka tatlıydı. Tatlı kelimesinin tatsız kaldığı anlar olurdu o tatlılıkta. Aşağıdaki bakkaldan bir şey istemek, sepete yardım eder gibi gözükmek bir başka tatlıydı. Ölüm ağızlarda dolaşırdı o zaman, kalplere inmemişti daha bende. Uyumadan önce, ondan sonra söylediğim dua uçururdu ruhumu, onun sesi başka bir gezegenin semalarında dolaştırırdı beni.

Bana diktiği şeyler o zaman çok özeldi., kimsede yoktu aynısından, onun yaratıcılığıydı. Her bayram mendil verirdi, çorap verirdi. Anılarını anlatırdı. O kadar iyi anlatırdı ki benim geçmişimle onun geçmişimi karıştırırdım bazen. Aşure vardı. Sanki hiç bilinmeyen bir yerin yemeğiydi. Aşure vardı. Aşurenin içinde diğer katkı maddelerinin yanına insanlıkta konulmuştu birkaç avuç. Altımızdaki manava, bakkala, kuruyemişçiye, saatçiye, gazeteciye, kırtasiyeci Demir ağabeye dağıtılırdı. Arka sokaktaki fırından ekmek alınırdı; cehennem sıcaklığında, cennet tadında. Orada, o evde önlükle dolaşmak bir zevkti. Önlükle beraber bir mevkim olmuştu, diğer mevkilerime ek olmuştu, mevkim olmuştu. En garip soruları ona sorardım. O anlattı bana havanın rengini, o anlattı, şimdi bildiğim tüm gerçeklerin temellerini o attı.

Anneannem vardı; gözümle görebildiğim, tenimle hissedebildiğim, sorular sorup yanıt alabildiğim, neredeyse taptığım bir anneannem vardı. Şimdi hala anneannem var, ama ne gözler bakabiliyor, ne tenler hissedebiliyor, ne de sorulara yanıt alınabiliyor O'nun ağzından. Ama hala var. Hala anneannem var. Benim anneannem var. O inanın hala ama hala var.

99' - Yılmaz Başar Babür
Join the community to add your comment. Already a deviant? Log In

sel...

2 min read
Gün ağardı ufukta. Günler ağırdı şöyle dikkatli bakınca. Biri birine benzemezdi. Ortak adıydı gün. Yunuslar sanki geleceği haber verircesine denizden fırlayı p duruyorlardı. Akşamın sıcak gölgelerini denize taşıyorlardı bilmeden. Ortalık sakin sayılırdı şimdilik. Ailemin çekirdek fertleri yani annemle babam, çaydanlık tabiriyle ufak ufak demleniyorlardı. Yaşım ve cinsim gereği – ki yaşım 5 ten gün almama elvermiyordu – bir çay bardağı birayıda ben içiyordum, merakla, tada tada ve böbürlene böbürlene. Birşeyler garipti, ufak ufak tartışmalar duyuyordum. Daha ufak yaşlarda çocuklarda böyle aile tartışmaları ağlamak için sinyaldir. Hemen koyverirsin damlaları. Dikkatlerini dağıtmaya çalışırsın farkında olmadan. Oysa bu yaşta biraz daha oturaklılık vardır. Ama ne oturaklılık. Tartışma iki dakikayı geçince ağlardım. İşte o iki dakika içinde olan olurdu. Tartışma başında babam beni yanına çağırırdı. Olayı anlatırdı. " Kim haklı? " derdi kendine güvenerek. Bende şöyle hakim edasıyla annem haklı derdim. İşte ağlamama sebep olan ve tartışmayı körükleyen anlar başlamıştı. Babam artık tartışma gündeminde benim yetiştirilme tarzımıda eleştirir ve iyice kızgınlık kazanmış bir kor kıvamına gelirdi. O saniyeden sonra devrede genelde görüntü olmazdı. Sesler, ses efektleri herşeyi açıklamaya yeterdi. Sözlerle anlatılamayacak şeylerdi bunlar. % 100 doğal efektlerdi. Benim bağıra bağıra ağlama seslerim vardı. Ve içerden gelen sesler artık, Türk aile sisteminde halkın büyük yüzdesine düşen seslerdendi. Kayda değmezdi. Günümüzde bile sosyal bekçilerimiz yani polislerimiz bu olaya " Aile içidir bizi ilgilendirmez " diyorlardı.Ya kimi ilgilendirirdi bu. Can dı bu, kimi ilgilendirecekti öyleyse? Sabah herşey farklı olurdu. Gece yakılmış, sönmüş bir ateş gibi sabaha sadece burada birşeylerin yandığını belirten siyah dumanlar kalmıştı. Herşey soğumuştu, izler olurdu ya da olmazdı bedenlerde. Ama sahne; mekan ve zamana göre ufak değişiklikler gösterirdi. Konunun ağır yeri vardı izlerde. Babamın bir sevgilisi vardı. Bu günlerde öğrendiğimiz ve o günlere uyarlamakta zorluk çektiğimiz bir sevgilisi vardı. Ailem evlilik cüzdanı aldıktan bir yıl sonra başlayan ve 10 yıl süren bir beraberlikti bu. Bu beraberlik bittiğinde ben bu beraberlikle yaşıt sayılırdım. Birbirimize ağabey diyemeyecek yaşlardaydık bu beraberlikle. Aile içinde aile gibi. Yani ilkokulda öğrendiğimiz Küme içi küme gibi basit geliyordu, 10 numaralı gözlükle ve 100 km uzaktan bakınca. Alt kümesiydi bu beraberlik bu evliliğin. Ve gelecekte sallanacak huzurun 7.8 şiddetindeki depremiydi. Bir günlük, bir haftalık, bir yıllık değildi. Tam on yaşındaydı.

98' - Yılmaz Başar Babür
Join the community to add your comment. Already a deviant? Log In

gizli ozne...

1 min read
Nerde hangi tuşa basacağını bilmeyen
Hatta bazı notaları sevmeyen bir bestekar kalbim
Her gelen sevgili güftekar bu şarkı oyununda
Sözleri onlar söylüyor, ben oynatıyorum değiştiriyorum yerlerini.
Türkçe gibi lastik lastik kıvrılıyor ve neredeyse her anlam katılıyor;
O acı, tatlı, ekşi, tuzlu kelimelere.
Sonra ihanete uğramış, fazla oturmamış kalkmış gitmiş gibi,
Her molamı ihanetlerde yapıyorum ilginçce.
Her bitişim ve bitişlerin her başlangıcı ihanet.
O çevrilmeyen numaram, sorulmayan hatrım, tercih konusu sevgim.
O bir öğretmen gibi, bir aşçı gibi, yalnızlığa anlam katan,
yalnızlığı yalnızlık yapan güç.
Her aşk randevusunda günlerin sırt çantasıyla taşıdığı
yeni anlamlar gibi, her telefona bir anlam katmak
bu aralar hit oyunum
Oyunu kuralı basit, telefon çalar ve o dersin,yine çalar
bu sefer o dersin, bir daha çalar bu sefer kesin o dersin.
Sonuçta o dersin, sevgilim dersin, bu sefer tamam dersin,
gittiği gibi geldi dersin ve kahretsin hep kaybedersin.
Kazanan telefon olur ve hattın diğer ucundaki…
Çünkü daima O değildir: O çünkü daima değildir.
Ve bu oyun her moladan sonra kılıktan kılığa girer.
Ve kaybeden hep gizli öznedir.
Cümlenin öğeleri diyarında en gizemlidir çünkü O...

97' - Yılmaz Başar Babür
Join the community to add your comment. Already a deviant? Log In
Featured

a profile from the person of my singular the third by basharbbr, journal

ucuncu tekil by basharbbr, journal

benden... by basharbbr, journal

sel... by basharbbr, journal

gizli ozne... by basharbbr, journal